Kapadokya:”doğal tuvalde ilahi bir tablo”
Günümüzden yaklaşık 65 milyon yıl önce, jeologların sonradan Üçüncü Zaman olarak adlandıracakları dönemin ortalarına doğru kuzey ve güneyde yer alan iki büyük eski kıta gittikçe birbirine yaklaştı ve sonunda çarpışma kaçınılmaz oldu. Bu çarpışma sonrası iki kıtanın orta yerinde bulunan Anadolu sıkışmaya başladı. Anadolu’da bugün Toros Dağları adını verdiğimiz ve ülkemizin kuzey ve güneyinde iki büyük sıra halinde uzanan dağ sıraları böylece yükseldiler. Bu yükselme hareketi deniz seviyesinden 4000 m yukarılara kadar devam etti.

Bu kıvrılma ve yükselme hareketlerine dayanamayan yer kabuğu ise birçok noktada kırılmaya başladı. Kırılma noktaları yerkürenin derinliklerindeki magma tabakasının yeryüzüne çıkmasına olanak tanıdı. Magmanın yeryüzüne çıktığı bu noktalara jeologlar yanardağ adını verdiler. Ülkemiz bu nedenle birçok yanardağ ile doludur. Tarihçilerin sonradan Kapadokya bölgesi olarak adlandıracakları bölgede yer alan üç önemli yanardağ ve belki bugün göremediğimiz başka yanardağlar o tarihlerden itibaren lav püskürtme gereği duydular. Arkeologlar çok sonraları bu konu ile ilgili bazı bulgulara ulaşmayı başardılar. Bu bulgular arasında günümüzden 9000 yıl öncesine ait olan ve Hasan Dağı’nın lav püskürtür halde göründüğü bir duvar resmi oldukça etkileyiciydi. Bu bulgu, Kapadokya bölgesine kuş uçuşu 200 km kadar uzaklıkta bulunan Çatalhöyük neolitik yerleşim yerinden gelmişti. Bu üç yanardağ, çok sonraları burada yaşayan insanlarca Hasan Dağı, Erciyes Dağı ve Melendiz Dağı adları ile anılmaya başladılar.
İşte Kapadokya bölgesinin eşsiz doğal güzelliklerini borçlu olduğu ve bugün görülebilen üç yanardağ bu dağlardır. Yanardağlardan fışkıran lavlar ve diğer atıklar binlerce yıl bölgede biriktiler. Yanardağların püskürttüğü katı atıkların arasında küllerin daha farklı bir önemi olduğunu insanlar çok sonraları keşfettiler. Çünkü küller rüzgarın etkisi ile çok geniş bir alanı kaplıyor ve üst üste birikerek derin bir katman oluşturuyorlardı. Sonradan sertleşerek taşlaşan bu katman, istenildiğinde insan eli ile kolayca işlenebiliyordu. İnsanlar bu taşlara tüf adını verdiler.

Bugün Kapadokya bölgesinde oluşmuş bulunan tüf tabakası bölgelere göre değişmekle birlikte 100 m kalınlığa kadar ulaşmaktadır. Gerek dünya üzerinde gerekse yurdumuzda birçok yanardağ bulunmakla birlikte yalnızca bir tane Kapadokya vardır. Bunun başlıca nedeni üç ve daha fazla yanardağın aynı zamanda lav püskürterek yörede kalın bir tüf tabakasının birikimini hazırlamış olmasıdır. Eğer tüf tabakası ince olsaydı erozyonun etkisi ile zamanla tamamen ortadan kalkacak ve bu eşsiz güzellikler hiç oluşmayacaktı.
Bölgedeki volkanik hareketler jeologların Dördüncü Zaman olarak adlandırdıkları ve günümüzde de devam eden dönemin başlarında büyük oranda son bulmuştur. Bu tarihten sonra bölgede yeni bir sürecin ağırlığı hissedilmeye başlamıştır. Bu yeni süreç insanlarca aşınım süreci olarak tanımlanmıştır. Rüzgar, yağmur ve diğer doğal etkiler sonucu başlayan aşınım süreci zamanla belirgin etkiler yaratmakta gecikmemiştir. Aşınarak sürüklenen topraklarla bu aşınmaya dayanabilen sert kütleler ilginç görünümler ve oluşumlar ortaya çıkarmıştır. Garip şekilli bu oluşumlar sonradan burada yaşayan insanlar tarafından bir türlü yorumlanamamış ve bunları ancak ilahi güçlerin, cinlerin ya da perilerin yapmış olabileceğine karar verilmiştir. Bu nedenle bugün bile bu oluşumlar ‘peribacası’ olarak adlandırılmaktadır.
Kapadokya bölgesinde hemen her yerde karşımıza çıkıveren büyük kayaların üzerinde kalan ufak kaya parçaları ya da tüf tabakalarının harikulade vadiler şeklini alması, oluşan derin kanyonlar gerçekten doğal tuval üzerine yapılmış ilahi bir tablo olarak tanımlanmasa nasıl tanımlanabilir acaba?
Not: Bu yazı “Kapadokya Yaşam ve Gezi Rehberi – 2010” kitabında yayınlanmıştır. Kitabın telif hakları ile korunmaktadır.
Yazan: Yavuz İşçen